Baston… Şemseddin Sami, bastonu “Uzun el değneği, dayanacak uzun sopa; ekseriya başı topuzlu olur; altın ve gümüşle müzeyyen olarak bazı millet ve taifelerde risayet-i cismaniye ve ruhaniye alameti addolunur” biçiminde tanımlamıştır. Ayrıca “Yürür iken dayanarak kuvvet almak için erkekler, nadiren de kadınlar tarafından kullanılan alafranga zarif değnek” demiştir. İşte bugün sizlere Şemsettin Sami’nin pek zarif dediği değnekten ya da Kaşgarlı Mahmut’un “dayanak” dediği bastondan bahsedeceğim. Bizler gerçek hayatta bu iki tanımın birleştiği bir baston görüyoruz. Zarif bir dayanak…
Baston öyle her ağaçtan yapılmazmış. Onun da kendine göre bir seçiciliği varmış elbet. Özellikle tercih ettiği ağaçlar, elma ve kızılcıkmış. Hem bu ağaçların kötü nazarı da uzaklaştırdığına inanılırmış. Ama bu ağaçların da herhangi bir mevsimde kesileni değil, kış aylarında kesileni makbulmüş. Ağaç kesildi mi de en az bir yıl dallarının bekletilmesi gerekirmiş ki baston sağlam olsun. Bastonu yapmak için iyi bir zanaatkâr olmak gerekli imiş. Eh, ne olacak canım altı üstü bir baston, bu kadar zahmete ne hacet demeyelim lütfen. Sonuçta ortaya çıkan ürün mutlak suretle birinin yardımcısı, dayanağı, dert ortağı yeri geldiğinde sanatının bir parçası yeri geldiğinde de kişilerin tutmayan uzuvları olacaktır. Zanaatkâr ortaya koyduğu bastonlara çeşit çeşit desenler işleyecek, aynı zamanda çizim kabiliyetini de sergileyecektir. Özellikle bastonun sap kısmı işlenecektir. Neden mi sahibinin elini tuttuğu yer orasıdır da ondan. Birçok motif işlenebilse de en çok tercih edilen motif yılanmış. Tıpkı eczacılık da simge gibi. Neden mi yılan? Yılanın uzun ömürlü olduğuna inanılırmış da ondan.
Meddahlar sahneye çıktıklarında seyircilerinin dikkatlerini toplamak için sahneye tak tak vururlarmış. Bu sesi çıkarmak için de yegâne malzemelerinden biri olan bastonlarını kullanırlarmış. Aynı şekilde kalabalıklara seslenen hatipler de seslerinin yetmediği yerde bastondan destek alırlarmış.
Ama bana baston denilince zihnimde bu fotoğraf canlanmaz. Benim zihnimin çektiği fotoğraf hatta fotoğraflar biraz daha farklıdır. Bu fotoğraflarda beyaz sakalları olan, yetmiş yaşlarında bir dede vardır. Bu dedenin sol elinde içinde leblebilerin, nane şekerlerinin olduğu camdan yapılmış bir çanta diğer elinde de bastonu vardır. Kendisini taşımada zorlandığında bu bastonundan yardım alır. Bu baston tahtadan yapılmıştır ve ters tutulan bir şemsiyeyi andırır. Ona basitçe baston deyip geçmek büyük hakaret olur. O, sahibinin yâreni, yâri, iş ortağı, ekmek parasını kazanmasında yardımcı olan sadık bir yaveri kısacası her şeyidir. Sahibiyle beraber sabah namazından hemen sonra İstanbul sokaklarında şeker ve leblebi satmaya başlarlar ta ki hava kararana, herkes sıcacık evlerine çekilene kadar. Akşam namazından sonra dedecik ve vefalı bastonu evlerine geri dönerler. İkisi arasında yine sadece ikisinin bildiği ve anladığı sapasağlam bir dostluk vardır. Hiçbir şeyin onları ayıramayacağına inanırlar. Ta ki Dedem Korkut’un da dediği gibi al kanatlı Azrail dedeciği ziyaret edene kadar. İşte insan ömrünün uzunluğu malum. Ömür dediğimiz şey de önünde sonunda bitiş noktasına kavuşur. Can kafesten uçar gider. Dede ile bastonun dostluğu da dedenin fani âlemden baki âleme geçişine kadar sürer. Sonra ne mi olur. İnsanoğluna sadece yatlar, katlar, altınlar miras kalmaz. Yeri gelir bir baston da miras kalabilir. İşte dedemizden ayrılmak zorunda kalan boynu bükük bastonumuz da dedeciğin kızına miras kalır. Gün gelir, zaman geçer kızcağız da yaşlanır. Beli bükülür ve babacığından kendisine kalan vefalı bastona o da dayanır. Baston, onun da dostu olur. Amma babanın anlattığı sırları kızına aşikâr etmez. Anlayacağınız ağzı sıkıdır. Kız ne kadar ısrar etse de söz sözdür. baston için. Ser verir amma sır vermez. Kızcağız da yeri geldikçe konuşur bastonla. Döker içinde ne varsa. Anlatır iyi kötü çok şeyini. Baston gıkını bile çıkarmadan, hiç sıkılmadan dinler bütün anlatılanları. Eh, dostluk da böyle bir şey değil midir zaten?
Gün gelir baston, dünya gözünü kaybedenlere de yoldaşlık eder. Bu sefer baston söyler diğeri dinler. Ne çok şey anlatır baston. Sonuçta onun gördükleri, duydukları da az değildir. Yeri gelir sahnede hikâyeler anlatan dostu için susturur herkesi. Der ki, susun da dinleyin bakalım ne hikâyet etmede sahibim.
İşte ben de sizlere insanların yakın dostu olmuş ve olmaya devam eden bu vefalı yâreni hatırlatmak istedim. Eminim birçoğumuzun zihninde de zatıalilerinin olduğu bir fotoğraf vardır ve umarım bu fotoğrafı biraz özlemle biraz da tebessümle hatırlamanıza yardımcı olmuşumdur.