istanbul escort istanbul escort bayan
escort konya
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
Tülay Elif GÖKHAN
  24-05-2024 00:36:00

BAHAR VE KUŞLAR

Köye, bahar mevsimi nazlı bir gelin edasıyla gelmişti bu sene. Gelirken de tüm
güzelliklerini de yanında getirmişti işte. Uyuyan ağaçlarını birer birer anne şefkatiyle
uyandırmaya başlamıştı. Dokunduğu ağaçlar yavaş yavaş çiçeklerini açıyordu. Kimi kar gibi
bembeyaz çiçekler sunarken kimi de yeni doğmuş kız çocuklarının pembe battaniyelerinin
rengine bürünmüştü. Hele mimozalar. Önce insanın başını döndüren güzel kokularını gönderir
ardından da insanın içini yaşama sevinciyle dolduran sarı sarı çiçekleriyle gözlere ve
gönüllere şölenler sunardı. Mimozalar da yaşlı insanlar gibiydiler soğuğu hiç sevmez sıcağa
bayılırlardı.
Diğer yandan da sarı, beyaz, mor ve kırmızı renleriyle manolyalar bahara biz de
geldik, derlerdi. Baharın meltemleri tatlı tatlı eserek insana ferahlık sunardı. İşte baharın
merhaba dediği bu küçük, şirin köyde yazları gelen ve kışları giden aileleri saymazsak dokuz
on hane vardı. Sayıları az olduğu için herkes birbirini tanırdı. Büyüklere hürmet gösterilir
küçükler de sevilirdi sevilmesine ama köyde küçükler de gençler de neredeyse hiç kalmamıştı.
Kimi okumaya, kimi çalışmaya kimi de şehrin cazibesine katılarak köyden kente göç
etmişlerdi. Hane halkının köyün dışında tarlaları vardı ama bu tarlada çalışacak kimse yoktu.
Köyün nüfusu çoğunlukla yaşlılardan oluştuğu için onlar da tarlaları ekip biçmek yerine
evlerinin önündeki küçük bahçelere yönelmişlerdi. Ne de olsa burayı ekip biçmek hem
kolaydı hem de kilometrelerce yürümeyi gerektirmiyordu.
Bütün evler köyün içinde olmasına rağmen sadece bir ev köyün dışındaydı. Bu ev,
sonradan köyün çıkışına kondurulmuştu. Emanet gibi. Sanki sonradan bir el gelip o evi
buradan alıp ait olduğu yere götürecekti. Bu ev bu köyden olmayan başka bir yerden gelmiş
yaşlı bir çifte aitti. Köylü bu çifti hemen kabullenememişti. Sonuçta herkes birbirini tanıyordu
ama bu çifti kimse tanımıyordu. O yüzden de bu çifte, sonradan gelenler, bu köye ait
olmayanlar anlamında “gelme” diyorlardı. Gelmeler bu köye başka bir yerden göç etmişlerdi
başka bir yere de göç etmeyeceklerinin garantisi yoktu. Yaşlı çift de bu durumun farkındaydı
ama çok dert etmiyorlardı.
Köylülerin söylemeseler de bakamadıkları için onlara bir kafes içinde hediye ettikleri
yeşil papağanları çok sevmişlerdi. Tıpkı bu yaşlı karı koca gibi bu kuşların da kimi kimsesi
yoktu. Doğdukları, yaşadıkları yerlerden çok uzaktalardı. Aslında bu papağanlar da köylüler
için onlar gibi birer “gelme”ydi. Bir türlü buraya ait olamamışlardı. Yaşlı kadın papağanın
birine kendi adını verdi: Nazife. Adam da diğerine kendi ismini verdi: Osman. Böylece hem
kuşlar hem yaşlı karı koca kimsesizliklerini birbirlerinin kimseleri olarak unutacaklardı. Bu
iki kuş, yaşlı çiftten ziyade daha çok kendi kendileriyle ilgilenirlerdi. Onları da dinler, sesleri
isterlerse çok iyi taklit ederlerdi eve geldiklerinden beri tek kelime etmemişlerdi daha çok
birbirleriyle konuşurlardı. Tüyleri yemyeşil gagaları da kıpkırmızıydı. Geçen yıllar onlara
sahiplerini ya da sahiplerinin ifadesiyle anne babalarını tanımışlardı. Onları görünce kafeste
ileri geri yürürler, kafalarını aşağı yukarı hareket ettirirlerdi.
Her sabah bahçedeki işlerini bitirdikten sonra yaşlı çift bu kuşlarla hasbihal ederlerdi.
Gençliklerini, nasıl geçtiğini anlayamadıkları o güzel yıllarını bu kuşlara adeta sil baştan
yaşayarak bir daha anlatırlardı. Gençken de ne güzeldi kadın. Tertemiz bir yüzü, masmavi
 
2
 
gözleri vardı. Eşi, onun ilk gözlerine vurulmuştu. Sonsuza kadar o maviliğin içinde yaşarım,
demişti. Adam da yakışıklı sayılmasa da çirkin de sayılmazdı. Çok güzel gülerdi. Kadın onun
gülüşüne vurulmuştu. Bu adamla bir ömür yaşarım, demişti. Bazen cümleler kabul gören
dualar hükmüne geçer. Kadınınki de öyle oldu. Yaşlanana kadar birbirlerinin gözlerinin içine,
gönüllerinin içine baktılar. Hiç çocukları olmadı. İlk başlarda çok üzüldüler ama sonradan bu
duruma da alıştılar. Demek ki Yaradan böyle uygun görmüştü, deyip yaşamlarına devam
ettiler. Şimdi bu sıcak aile ortamlarına komşularının kendilerine hediye ettikleri kuşları da
dahil etmişlerdi. Bu kuşlar onlar için geç gelen evlatlar gibiydi. Biri kız biri erkek. Artık her
şeylerine bu kuşları da dahil ediyorlardı. Kadının kalbi arada sırada heyecandan mı
yaşlılıktan mı sol tarafını sıkıştırıyordu. Ama, o bunu pek de önemsemiyordu.
“Üşütmüşümdür, sabahları üzerime mutlaka bir yelek almalıyım. O zaman geçer değil
Nazife’m?” dedi. Hayat arkadaşına anlatmadığı bu durumu adaşı Nazife’ye anlatmıştı. Sonra
da ona sıkı sıkı tembih etmişti: “Bak kızım, bu aramızda. Babaya demek yok. Boşuna
telaşlandırmayalım onu da.” Kuş da onu anlarmışçasına sessizce dinler ve sadece onu
görünce tekrar ederdi: Nazife, kalbe bak; Nazife, kalbe bak! diye.
“Tamam, tamam” derdi kadın bakarım kalbime, sen tasalanma. Ama ne demiştik aramızda bir
sır bu. Öyle aklına geldikçe söyleme.” Kuş da bunun üzerine sessizce kafesine çekilirdi. Yaşlı
adam da oğlu olarak gördüğü adaşı papağana anlatırdı hastalıklarını, gözünün nuru Nazife’yi
tasalandırmamak için. “Yaşlılık işte Osman’ım olur böyle. Ağırır insanın her bir yanı. Uyusan
da geçmez artık bu ağrılar. Ne yapacaksın Osman’ım alışmak gerek. Aman ha, Nazife’me
söyleme sakın. Boşuna üzmeyelim onu da.” İşte bu tatlı çift kuşlarıyla böyle yaşayıp giderdi.
Bir gün Nazife yattığı yerden doğrulamadı. Sol göğsünün üstüne sanki on papağan birden
konmuş da uçmuyorlardı. Seslenmek, bağırmak istedi. Olmadı. Gözlerini kocaman kocaman
açtı Osman’ını görmek için. Bir daha da kapatamadı. Kuş Nazife fark etti adaşındaki
farklılığı, panikle kanat çırptı. Kanatları kafesin demirlerine çarptı, Osman’a çarptı. Daha çok
ses çıktı. Can havliyle bağırdı kuş: Nazife, kalbe bak! Diye. Ne yazık ki sesini Nazife artık
duyamamıştı.
Yaşlı adam papağanın sesini duyup uyandığında Nazife’sinin o masmavi gözlerinin
kocaman kocaman olduğunu gördü. Seslendi, seslendi, seslendi. Ama sesine tek ses veren
kuşları oldu: Nazife, kalbe bak! Ne yazık ki Nazife’si kalbine iyi bakamış, hayata yenik
düşmüştü.
Adamcağız, Nazife’sini önce gönlüne sonra da evinin bahçesindeki onun için yaptığı mezara
gömdü. Köylünün köy mezarlığına defnetmesi ısrarlarına rağmen, cancağızının gözünün
önünde olmasını istedi. Sevgili eşinin arkasından ağlayan bir Osman; ötüşleriyle onu yalnız
bırakmayan çocukları olarak gördükleri papağanları kaldı: Nazife ve Osman.
  Bu yazı 1815 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI