Saynur ÖZKAFA
  29-01-2024 15:40:00

Az Kuru, Az Pilav!

ÖĞRENCİLİK yıllarında sizlerin de başından geçmiş ya da geçmektedir mutlaka… Zira, bugünün öğretmenleri de öğrenim yıllarında yaşamışlardır bu anlatacaklarımı…

Malum, öğrencilik yıllarında başlar sıla hasreti… Yüksek öğrenim nedeniyle, doğup büyüdüğünüz şehirden yüzlerce kilometre uzaklardasınız. Ya Devletimizin sizlere sunduğu bursla okuyacak ya da ailenizden gelen sınırlı miktardaki para ile eğitiminizi bitireceksinizdir.

Ya anlaşabildiğiniz birkaç arkadaşla ortaklaşa bir daire tutacak, yine ortaklaşa mutfak giderlerini bölüşüp eğitiminizi tamamlayacaksınız.

Ya da -eğer şansınız yaver giderse- bir Devlet yurduna yerleşip, orada eğitiminizi tamamlayacaksınız.

Durum ne olursa olsun, gurbettesiniz ve paranız sınırlıdır. Neticede çalışmıyorsunuz; kendinize bir iş kapısı bir meslek edinebilmek için eğitim hayatınızdasınız.

İşte, anlatacağım öykü de böyle bir ortamda cereyan ediyor.       

BANA AZ KURU AZ PİLAV LÜTFEN!”

Öğretimini Eskişehir’deki bir üniversitede sürdüren öğrencilerden sadece biridir Ahmet… Onun da maddi imkânları sınırlıdır; ailesinden gelen az bir akçe ile geçinmek zorundadır burada. Ve onun için, -günde bir öğün de olsa- diğerlerinden daha ucuz olduğu için her gün aynı lokantaya giderdi Ahmet… Ve her defasında da şöyle derdi ocaktaki Mustafa Usta’ya:

“Az kuru, az pilav lütfen!”

Daha doğrusu ne alırsa, başına “az” kelimesini de eklerdi.

Mesela bir tabak kuru 50 lira ve bir tabak pilav 40 lira ise, başına “az” eklediğinizde onların toplam fiyatı 90 değil de 45 lira olurdu.

Eh… Bu da gurbet elde kıt kanaat okumaya çalışan bir öğrenci için oldukça önemli bir tasarruftu.

Ve Ahmet her defasında alacağı yemek çeşidinin başına “az” kelimesini eklese de -ne ilginçtir ki- tabağı aksine dolu gelirdi önüne.

Acaba bu “az” kelimesinde miydi marifet; Ahmet “az” dedikçe, “bol” yemek gelirdi tabağına.

Buna öğrenim hayatı boyunca bir anlam verememişti Ahmet; doğrusu karnı da iki tabak yemekle ancak doyuyordu.

Ses etmedi…

Gel zaman, git zaman Eğitim-Öğretim hayatı bitti; Ahmet’in mesleği mühendislikti. Mezuniyet sonrası, küçük bir sermaye ile girdi inşaat işine. Ve kısa süre içinde çoğaldıkça çoğaldı sermayesi. Her yaptığı inşaattan parasını ikiye, bazen de üçe katlıyordu.

Önce şirket, sonra holding kurdu Ahmet; paraya para demiyordu.

ÖGRENCİLİK YILLARINI HATIRLADI

Bir gün iş yerindeki makam odasında otururken, okul yıllarını hatırladı. Yıllar öncesine, gurbette bulunduğu okul yıllarına gitti. Öğrencilik yıllarında yaşadığı sıkıntılar geldi gözünün önüne.

Sonra her gün gittiği o lokantayı hatırladı. Kendisi “az” dedikçe, inadına “çok” geliyordu; tabağı silme yemek doluyordu.

O lokanta sahibi geldi aklına… Parası, pulu vardı; artık yemeğinin başına “az” kelimesini eklemiyordu. Tersine, masanın alabildiğince yemek çeşidi söyleyebilirdi. En iyisinden, en pahalısından…

Her nedense bir anda o şehre gitme isteği oluştu içinde. Ve artarak çoğalan bu isteği, karşı konulamaz bir hal aldı; birkaç gün sonra da düştü yollara.

Öğrencilik yıllarında devamlı geldiği lokantaya uğradı. Daha çok öğrenci ve alt sınıf işçilerin takıldığı bu yemekhanenin el değiştirdiğini öğrendi. Lokanta sahibi ve aynı zamanda aşçı başı Mustafa Usta’yı sorduğunda şu cevabı aldı;

“Mustafa Usta burasını devretti!”

“Peki kendisini nerede bulabilirim?”

“Şu ilerideki sokağın sonunda, sağdan birinci binada oturuyor kendisi.”

YILLAR SONRA, LOKANTACI MUSTAFA USTA

Ahmet Bey, öğrencilik döneminde her gün uğradığı bu lokantadan ayrılarak bahsedilen adrese doğru yol aldı. Ve sora sora Bağdat’ın bulunduğu gibi, elle koymuş gibi buldu Mustafa Usta’yı. Biraz yaşlanmış, yüzünde çizgiler oluşmuştu. Hasretle ve merakla sordu:

“Ne yapıyorsun Mustafa Ustam! Ben, bundan yaklaşık 15 yıl önce bu şehirde öğrenci idim ve her gün sizin lokantanızda yemek yiyordum. Lezzetli ve bol kepçe yemeklerinden yine yemek istedim ve buraya geldim. Lakin devretmişsiniz lokantayı!”

“Şehrimize hoş gelmişsin delikanlı. Evet öyle oldu! Lokantayı başkasına devrettim. Artık emekli oldum ve çalışmıyorum.”

“Peki, oturduğun ev size mi ait, yoksa kiracı mısınız?”

İhtiyarın yüzü düştü bir anlık;

“Kiracıyım evladım!”

Ahmet Bey, yıllar önce Mustafa Usta’nın lokantasında karın doyururken, bunu borç olarak yazmıştı bir kenara. Ve şimdi o borcu ödemenin zamanıydı;

“Pekiyi ev sahibi kim? Onunla da konuşmak isterim!”

İYİLİĞİN LÜGATTAKİ KARŞILIĞI NEDİR?

İhtiyar adam bir anlam veremedi ama, ev sahibinin adresini de takdim etti bu misafire. Delikanlı ise kısa bir hoşbeşten sonra müsaade istedi ve ayrıldı oradan.

Birkaç saat sonra tekrar Mustafa Usta’nın kapı ziline bastı Ahmet Bey… Eski aşçısını, yakındaki çay ocağına davet etti. Birlikte çay içtiler, eski yılları yad ettiler. Daha sonra Ahmet Bey cebinden bir anahtar çıkardı ve şöyle dedi Mustafa Usta’ya:

“Bu anahtar senin oturduğun dairenin anahtarı. Artık kiracı değil, bu evin sahibisin!”

İhtiyar oldukça şaşırmıştı; gözleri yaş doldu:

“Neden böyle bir şey yaptın evladım?”

“Neden yapmayayım Mustafa Usta? Ben bu şehirde 4 yıl kaldım ve her gün senin işlettiğin lokantadan yemek yedim. Ben “az” kuru dedim, sen çok verdin. Ben “az” pilav dedim, sen tabağımı tepeledin. Beni hiçbir gün aç bırakmadın. En sıkışık yıllarımda, senin sayende aç kalmaktan kurtuldum. Sen bu iyiliği niçin yaptı isen, ben de bu anahtarı onun için aldım Mustafa Ustam!”

“Evladım ben sadece sana değil, “az” isteyen herkese yaptım bunu!”

Bu kez Ahmet Bey konuştu:

“Kim bilir, belki de her “az” diyene “çok” verdiğin için günün birinde kapatmak zorunda kaldın lokantayı?”

AZ’DAN AZ, ÇOK’TAN ÇOK GİDER!

Aslında Ahmet Bey doğru tahmin etmişti. Mustafa Usta, her “az” diyene, tersine cömert davranmış, tabaklarına tepeleme doldurmuştu yemekleri. Ve belki de bu yüzden kâr marjını sıfıra indirmiş, günün birinde sermayesini eritmişti.

Lakin, -yıllar sonra da olsa- işte Mustafa Usta’nın bol kepçe yemekleriyle karnını doyuran Ahmet Bey’in bu anlamlı jesti ile, yılların yorgun aşçısı artık kiracı olmaktan kurtulmuştu.

Gözyaşları bunun içindi. Gözyaşları bunun için coşkulu ve hüzünlü idi.

Daha bir sevgi daha bir babacan tavrı ile sarıldı Ahmet Bey’e; nasıl teşekkür edeceğini bilemedi.

Hayatta, bazı iyiliklerin karşılığı yoktur değerli meslektaşlarım ve değerli öğrencilerim… Hayat denen bu mücadele yolunda, mutlaka sizler de böyle olayları yaşamış ya da duymuşsunuzdur

Sizi bilmem ama benim, benzer olayları yaşayan çok arkadaşım oldu.

Kalın sağlıcakla…

 

ANLAMLI SÖZ

“İyilik yap, denize at. Balık bilmezse, Halik bilir…”

Anonim

  Bu yazı 1279 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI